1919 yılında başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında, 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisinin kurulmasıyla yeni bir devletin temeli atılmış oldu. 24 Nisan 1921’de Teşkilatı Esasiye Kanununda mahalli idarelerden bahsedilmektedir. (Mad. 11, 12, 13,14) Ancak lafzı olarak belediyeden bahsedilmemektedir.Bu dönemde Ankara, Türkiye’nin başkenti olmuş, 1924 tarihli ve 417 sayılı kanunla da şehrin adı ‘’Ankara Şehremanetine’’ çevrilmiştir. Bu düzenleme ile Cumhuriyet yönetimi de, başkent belediye yönetiminin diğer belediyelerden ayrılması ve ayrı kanunla düzenlenmesi prensibine devam etmiştir.
Ankara Şehremaneti bir daireden ibarettir. Şehremini İçişleri Bakanı tarafından atanıp, İstanbul Şehremini’ni yetki ve görevlerine sahiptir. Şehreminin başkanlığında, fenni işler, sağlık, hesap, sözleşme hukuk müdürlerinden oluşan bir Emanet Encümeni (Genel Kurulu) bulunur. Bu kurul vilayet belediye meclislerinin görev ve yetkilerine sahiptir.
Yine bu dönem içerisinde, 423 sayılı Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu ve 486 sayılı Belediye Cezalarına İlişkin kanun çıkartılmıştır. Ayrıca, 1924 Teşkilatı Esasiye Kanununun 85. maddesinde de belediyelerden bahsedilmektedir.
1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı belediye Kanunu, hemen onun ardından yürürlüğe giren 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve 1933 tarihli 2290 sayılı Belediyeler Yapı ve Yollar Kanunun belediyelerimiz için önemli düzenlemeler getirmiştir.
Özellikle 1580 sayılı kanunun, o yılların şartları içinde her türlü yerel hizmeti belediyelere görev olarak vermesi (Mad.15), ayrıca onları, bu görevleri yaptıktan sonra beldelerin ve belde halkının yararına olabilecek her türlü girişimde bulunmakta yetkili kılınmıştır. (Mad 19). Bununla beraber, Ankara ve İstanbul’da belediye ve valiliğin birleşik bir idarede bütünleşmesini öngörmüş ve yine o yıllar gereği oldukça etkili bir vesayeti de devam ettirici hükümler getirmiştir. (Mad. 94, 95,96)
Sonraki yıllarda Belediyeler Bankasının kurulması (1933), İstanbul’a geçmişte yabancı kuruluşlara imtiyaz usulü ile yapım ve işletilmesi verilmiş içme suyu sağlanması, şehir içi ulaşımının belediye veya bağlı kuruluşlara aktarılması gibi, belediyeleri güçlendirici bazı tasarruflarda bulunuldu ise de, kaynak yetersizliği nedeniyle ilgili kuruluşlar, görevlerini yeterince yerine getirmediğinden , bu görevler zamanla merkezi idarece üstlenilmiştir. Böylece belediyelerin görev ve yetkilerinde bir gerileme oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılar bu gerilemeyi artırdı. 1948 yılında 5237 sayılı kanunla yenilenen belediye gelirlerinin sabit rakamlardan oluşması da belediye idarelerini iş görmez hale getirmiştir.
1960 yıllarında yeni düzenleme arayışları başlayarak ‘’Planlı Kalkınma’’ tercihleri gelişti ve beşer yıllık süreyi kapsayan Kalkınma Planları belediyeler açısından bazı düzenlemeler getirdi.
1961 Anayasasının mahalli idareleri il, belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve genel karar organları, Anayasanın 55. maddesindeki esasa uygun olarak, halk tarafından seçilen, kamu tüzel kişileri olarak tanımlayarak, aynı zamanda bu idareler görevleri ile orantılı olarak gelir kaynakları sağlanmasını öngördü. (Mad. 116)
Yine bu yıllarda hükümetler belediyelerin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları hafifletme çareleri aramış, büyük şehir belediyelerine de çeşitli yollarla kredi olanakları vermeye yönelmiş, aynı zamanda küçük kasabaların muhtaç oldukları belediye binası, dükkan, otel, mezbaha, park, bahçe, vs. tesislerin yapımında karşılıksız destek uygulamasını geliştirmişlerdir. Bununla beraber 1946’dan beri yerel yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı giderek düşmüştür.
12 Eylül 1980 ihtilali ile büyük kentlerin yakınındaki belediyelerin, halka hizmet götüremedikleri gerekçesiyle, Sıkıyönetim Komutanlarının koordinesinde ve onların emredecekleri şekilde ana belediyelere bağlanması öngörülmüştür.
Üç yıl süren askeri yönetimde belediyeler konusundaki kararın ilki, belediye organlarının feshine ve belediye başkanlarının atanmasına ilişkindir. Bu kararın alınmasındaki ilk sebep Belediyelerin hizmeti aksatacak kadar politize olması ve anarşik olaylara karışarak anarşistleri korumaları, ikincisi ise, mahalli idarelerin, özellikle belediyelerin maliyesine ilişkin. Bunun için de 2 Şubat 1981 tarih ve 2380 sayılı ‘’belediyelere ve İl Özel İdarelerine Genel Bütçe Vergi Gelirlerinin Pay Verilmesi Hakkında Kanun’’ çıkarılarak, genel bütçe vergi gelirleri tahsilat toplamı üzerinden belediyelere % 5 pay verilmiş ve mali açıdan bir rahatlık sağlanmıştır. Bu oran 1985’den itibaren daha da arttırılmıştır.
1982 Anayasası dönemi; belediyeler açısından yeni düzenlemelerin olduğu bir dönemdir. İlk önce Anayasanın 127. maddesiyle bu konu düzenlenmiştir. Buna göre mahalli idareler; il, belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuştur. Maddenin son fıkrasında ise, kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile mahalli idarelerin kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları ve bunun da kanunla düzenleneceğini belirterek bir bakıma büyük şehir merkezleri için özel yönetim biçimleri geliştirilebileceği hükme bağlanmıştır.
Bu dönemde 1580 sayılı Belediye Kanunu organik olarak aynı kalmakla beraber, buna 3030 sayılı yasa eklenmiştir. Bununla Türkiye’de normal belediye sistemine bir de büyük şehir belediyesi ve ilçe belediyeleri eklenmiştir. Ayrıca, 1985 tarihli 3194 sayılı yeni imar yasası çıkmıştır. Kasım 1983 seçimleri sonrası dönemin siyasal iktidarı belediyeler konusunda parlamentodan başka yasalar da çıkarmıştır. Bu yasaların özelliği, birtakım yetkileri merkezi idare organlarından alarak belediyelere vermesidir.
Yine Cumhuriyet Döneminde bir başka konu da yerinden yönetim ilkesinin giderek benimsenmiş ve genişletilmiş olmasıdır. Konuya ilişkin Kanuni Esasi’de, 1921 ve 1921 teşkilatı Esasiye Kanunlarında ayrıca merkeziyet usulü ile ilgili bir terim kullanılmamıştır. Bu terim sadece 1961 Anayasasında ‘’merkezden yönetim’’ şeklinde yer almıştır. Bundan önceki Anayasalarda ‘’devletin bütünlüğü’’ esas ilke olarak görülmekte, hatta ‘’tevs-i mezuniyet’’ ve tefrik-i vezaif’e yer vermesi olgusuyla birleştirildiğinde de merkeziyetin olağan kural olduğu, yani ülkenin bütünlüğünde merkeziyet usulünün geçerli olduğu görülür.
Yerinden yönetim, siyasi ve idarei yetkilerin bir bölümünün, merkezi idarenin dışındaki otoritelere aktarılması olarak tanımlanırsa 1961 Anayasası ile daha önceki Anayasalardan farklı olarak, doğrudan doğruya, açık ve ayrıntılı bir şekilde, hizmet yerinden yönetim ilkesi getirilmiş, idari ademi merkeziyet tamamlanmıştır. 1961 Anayasasının 112.maddesi yönetimin esaslarının, İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esasların dayanır hükmü ile belirlemiştir. Daha sonra 116. maddeyle de yerel yönetim kuruluşlarının, il belediye ve köy olduğunu ve organlarının halk tarafından seçilen kamu tüzel kişiler olarak tanımladığını görmekteyiz.
1982 Anayasası da ‘’idarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarında dayanır hükmünü getirmiştir. Yine 127.maddesi ile de bu yerel yönetimlerin il, belediye ve köy olduklarını belirtmiştir. 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası arasında konuya ilişkin bazı farklar olmakla birlikte bunların en önemlisi ‘’idari vesayet’’ konusudur. 1982 Anayasasının 127. maddesinde 1961 Anayasasından farklı olarak, merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisi bulunduğu açıkça belirtilmiştir. (127. md/5)